top of page

Araştırma Blogu


Özet

Bu çalışma, Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasındaki son dönemdeki diplomatik yakınlaşmayı uluslararası ilişkiler teorileri ve güncel jeopolitik gelişmeler ışığında analiz etmektedir. “Bayram değil, seyran değil” ifadesinden yola çıkılarak, bu beklenmedik yumuşamanın arkasındaki stratejik ve ekonomik motivasyonlar incelenmiştir. Araştırma, AB’nin Türkiye’ye yönelik yaklaşımındaki dönüşümün temelinde beş ana faktör bulunduğunu ortaya koymaktadır: göç yönetimi, enerji güvenliği, ekonomik işbirliği, jeopolitik rekabet ve diplomatik jestler. Bulgular, bu yakınlaşmanın normatif değil, çıkar temelli bir stratejik yeniden konumlanma olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, AB’nin Türkiye’ye yönelik bu “öpücüğü”, günümüz uluslararası ilişkilerinde çıkar odaklı pragmatik diplomasinin sembolik bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Türkiye, dış politika, jeopolitik, enerji güvenliği, göç politikası


1. Giriş

Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkiler, 1963 Ankara Anlaşması’ndan bu yana çok katmanlı, dalgalı ve zaman zaman krizlerle şekillenmiş bir süreçtir. Son yıllarda yaşanan siyasi gerilimler, üyelik sürecinin donma noktasına gelmesi ve karşılıklı güvensizlik ortamına rağmen, 2020’lerin ortasından itibaren taraflar arasında gözle görülür bir yumuşama dikkat çekmektedir.Bu çalışma, “Bayram değil, seyran değil; Avrupa Birliği bizi neden öptü?” sorusundan hareketle, AB’nin Türkiye’ye yönelik son dönemdeki pozitif tutumunun ardındaki çıkar temelli motivasyonları incelemektedir. Çalışmanın temel hipotezi, AB’nin Türkiye’ye yönelik yakınlaşmasının değer odaklı bir politika değişimi değil, pragmatik bir zorunluluk olduğudur.


2. Literatür Taraması


2.1. Avrupa Birliği–Türkiye İlişkilerinin Tarihsel Arka Planı

AB–Türkiye ilişkileri, tarihsel olarak normatif değerler (demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü) ile stratejik çıkarlar arasında gidip gelen bir dengeye sahiptir. 2000’li yılların başında Kopenhag kriterleri çerçevesinde başlayan reform süreci, 2010’ların ortasından itibaren yerini güvenlik ve göç temelli işbirliğine bırakmıştır (Öniş & Kutlay, 2020).


2.2. Uluslararası İlişkiler Kuramları Bağlamında Yaklaşım

Realist teoriler, devletlerin dış politik davranışlarını çıkar maksimizasyonu çerçevesinde açıklar (Morgenthau, 1948). Buna göre, AB’nin Türkiye’ye yönelimi normatif değil, jeostratejik bir zorunluluktur. Liberal kuram ise karşılıklı bağımlılığın, ekonomik ve diplomatik ilişkileri istikrara kavuşturduğunu savunur (Keohane & Nye, 1977). Bu iki kuramsal çerçeve birlikte ele alındığında, Türkiye’nin AB açısından hem güvenlik tamponu hem de ekonomik ortak olarak stratejik bir konuma sahip olduğu görülmektedir.


3. Analiz ve Bulgular

3.1. Göç Yönetimi: Türkiye’nin Jeostratejik Rolü

Suriye iç savaşı ve Ortadoğu’daki istikrarsızlık, Türkiye’yi Avrupa için vazgeçilmez bir göç kapısı hâline getirmiştir. 2016 tarihli AB–Türkiye Göç Mutabakatı, Ankara’nın göç yönetiminde kilit aktör olarak konumlanmasını sağlamıştır. Yeni göç dalgaları tehdidi, AB’nin Türkiye’yle ilişkilerini sıcak tutmasını zorunlu kılmaktadır.


3.2. Enerji Güvenliği: Türkiye’nin Transit Ülke Konumu

Rusya-Ukrayna savaşı sonrası AB, enerji arz güvenliğini yeniden tanımlamıştır. Türkiye’nin TANAP, TAP ve TürkAkım gibi projelerdeki rolü, ülkeyi Avrupa’nın enerji koridoru hâline getirmiştir (Kardaş, 2023). Bu durum, Türkiye’nin jeopolitik değerini artırmakta ve AB’nin enerji stratejisinde Ankara’yı vazgeçilmez kılmaktadır.


3.3. Ekonomik Yakınlaşma: Üretim Üssü Olarak Türkiye

Avrupa sanayisi, özellikle pandemi sonrası tedarik zincirlerini “yakın coğrafyalara” taşımaya yönelmiştir. Türkiye’nin genç nüfusu, üretim kapasitesi ve coğrafi yakınlığı, “nearshoring” stratejisi kapsamında önem kazanmaktadır. AB’nin ekonomik çıkarları, siyasi gerilimleri ikinci plana itmektedir.


3.4. Jeopolitik Rekabet: Çin ve Rusya Faktörü

Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne göz kırpması ve Rusya ile stratejik işbirlikleri, Brüksel’de kaygı yaratmıştır. Bu nedenle AB, Türkiye’yi “kaybetmemek” adına ilişkileri yumuşatmayı tercih etmektedir. Bu durum, çok kutuplu sistemde Türkiye’nin “dengeleyici aktör” rolünü güçlendirmektedir.


3.5. Diplomatik Jestler: Vize, Gümrük Birliği ve Söylem Değişikliği

Son yıllarda AB yetkililerinden gelen vize kolaylığı, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve siyasi diyalog vurguları, ilişkilerde yeni bir yumuşama döneminin sinyallerini vermektedir. Bu adımlar, duygusal değil, stratejik bir diplomatik jest niteliğindedir.


4. Sonuç

Bu makale, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik son dönemdeki yakınlaşmasının ardında normatif değil, çıkar temelli bir yeniden konumlanma bulunduğu sonucuna ulaşmıştır. Göç, enerji, ekonomi ve jeopolitik rekabet alanlarında Türkiye’nin artan stratejik değeri, AB’nin Ankara’ya karşı daha temkinli ve işbirliğine açık bir politika benimsemesine neden olmuştur. Sonuç olarak, “bayram değil, seyran değil” ifadesi, uluslararası ilişkilerde dostane jestlerin genellikle hesaplı hamleler olduğunu hatırlatır. AB’nin Türkiye’yi “öpmesi”, sevgi değil, stratejiyle açıklanabilir.


Kaynakça

Keohane, R. O., & Nye, J. S. (1977). Power and Interdependence: World Politics in Transition. Boston: Little, Brown.

Kardaş, T. (2023). “Energy Security and the Geopolitics of the Eastern Mediterranean.” Turkish Policy Quarterly, 21(2), 45–60.

Morgenthau, H. J. (1948). Politics Among Nations: The Struggle for Power and Peace. New York: Knopf.

Öniş, Z., & Kutlay, M. (2020). The New Age of Hybrid Regionalism: Turkey and the EU in a Shifting Global Order. Palgrave Macmillan.

European Commission. (2023). EU–Turkey Relations: State of Play. Brussels: European External Action Service.

  • Yazarın fotoğrafı: Murat BARIŞ
    Murat BARIŞ
  • 13 Eki
  • 1 dakikada okunur
ree

Kim ne derse desin.. Şarm El Şeyh’de yürütülen Hamas-İsrail görüşmelerinin Gazze’de ateşkesle sonuçlanması yakın dönemin en önemli uluslararası gelişmesidir.

Öyle olmasa ABD’nin Başkanı koşa koşa Mısır’a gelmez ve “Barışın gerçek mimarı benim” mesajı vermeye bu kadar istekli olmazdı.

TRUMP istediği kadar Gazze’yi kişisel PR malzemesi yapmaya çalışsın. Herkes gerçeğin ne olduğunu biliyor... Perde arkasında bu ateşkesi sağlayan, ABD ve İsrail’i “Terör örgütü” ilan ettikleri HAMAS ile aynı masaya oturtan ve doğrudan muhatap haline getiren Recep Tayyip ERDOĞAN’ dır.


Türkiye artık Gazze anlaşmasının garantör ülkesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle "Filistin’de 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan, bağımsız, egemen ve coğrafi bütünlüğü haiz bir Filistin devleti kurulana dek mücadelemizi sürdüreceğiz."

Çünkü bu sadece Filistin ve Gazze meselesi değil artık. Dünyaya savaş açacak kadar gözünü karartmış bir katil ve ekibi, ABD Başkanı ikna edilerek güçlükle durduruldu. Ama şimdilik. Bugüne kadar altına imza attığı hiçbir anlaşmaya uymamış bir ülke İsrail. Kalıcı barış için umutlu ama ihtiyatlı olmak lazım. Bu katillerin yarın ateşkesi ihlal etmeyeceklerinin bir garantisi yok.

Yine de gün karamsarlık günü değil. Gazzeli mazlumlar, çocuklar bugün ölmeyecek. Bu da bir şeydir. Hem de çok şey..

  • Yazarın fotoğrafı: Murat BARIŞ
    Murat BARIŞ
  • 7 Nis
  • 5 dakikada okunur
ree

Türkiye’de marjinal bir grup vardır. Kendilerini “solcu” olarak tanımlarlar.

Esasen 80 öncesi solcuların çocukları, yeğenleri hatta torunlarıdır. Efsanelerle büyümüşlerdir. Devrimi kulaktan duymuşlardır. Deniz Gezmiş, Çökertmeli Halik, İnce Mehmed, Che Guavere ve Atatürk’ü aynı kaba koyarlar. Böyle boş beleş bir hayal dünyasında yaşarlar. Ülkemizin tarihte ilk anti-emperyalist savaş veren ülke olduğuna inanırlar. Oysa tarihin cilvesine bakın ki emperyalistleri ülkesinden ilk kovan ABD’dir. 1775-1783 yılları arasında İngilizleri defetmiştir. Marksist bir bilince sahip olmak bir yana, Marksist herhangi bir eseri bile okumuşlukları yoktur. Kerhen Atatürkçüdürler ama aralarında Nutuk’u okuyan bile yoktur. Türk Ulus Devletini kuran kadronun bu liderini solcu zannederler. Oysa Atatürk’ün ağzından sol lafı hiç çıkmadığı gibi adı üstünde, ulus devlet kurmak milliyetçi bir harekettir, sınıfsal değil.


Ülkemizde Sünni İslam yaygındır bu nedenle onunla kısmen ayrışan Alevileri tutarlar, yani dinleri yoktur ama mezhepçidirler. Alevilere asalak gibi yapışmışlar, onları CHP’nin yürüyen oyu haline getirmişlerdir. Aleviler anlamlı bir şey yapacaksa önce bu beyinsiz asalaklardan kurtulmalıdırlar. Aleviliği İslam dışı gibi göstermeye çalışırlar. Bunlara inanan yabancılar da Aleviliğin ayrı bir din olduğunu ve ülkemizde ibadetlerine izin verilmediğini yazar dururlar. Oysa cem evleri sayısı AK Parti döneminde 200’den 800’e çıkmıştır (Tanımı geniş tutarsanız Türkiye’de 1500’den fazla cem evi vardır) ve altyapısı, elektriği, suyu devlet tarafından karşılanır olmuştur.


Bu marjinal eblehler babalarından, dayılarından, amcalarından teyzelerinden bir “devrim” yapılacağını öğrenmişlerdir ama nasıl olacağını bilmezler. Çünkü ortada öyle olumlu bir devrim örneği de kalmamıştır. Çin kapitalistleşmiş, Kore faşistleşmiş, Küba da açlıktan kırılmaktadır. Yani eğer bir sosyalizm/komünizm hayali vardıysa bile gerçekleşmemiştir. Ama onlar hala Sovyet veya Küba tipi bir devrim olabileceğine inanırlar. Halkın “yanlış bilincini” düzeltecekler, önlerine düşecekler ve halka devrim yaptıracaklardır. Onlar dar bir silahlı grupla bir “öncü savaş” başlatırlarsa, zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan halk da dirgenleri, orakları, çekiçleri kaptıkları gibi bunların peşinden yürüyecek, kışlık sarayı basacak ve iktidarı ele geçirecektir. Böyle gerillacılık oynamaya kalktıkları ilk gün köylüler bunları anında jandarmaya haber verip yakalatmıştır. Çünkü halkta karşılıkları yoktur. Bir de köylüleri suçlamışlardır. “Biz sizin için savaşıyoruz siz bizi ihbar ediyorsunuz” diye. Sanki köylü bunları kırmızı mumlu mektupla çağırmış, bizi kurtarın diye yalvarmış…


Ellerindeki en güncel eser de Lenin’in “Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması”dır. 100 yıl önce yazılan bu kitaba göre bütün toplumlar aynı çizgiden yürümüştür. İlkel topluluk, köleci toplum, feodal toplum ve kapitalist toplum aşamalarından geçmişlerdir ve “üretim araçları ile üretim ilişkileri arasındaki zorunlu uygunluk kanuna” göre artık hepsi komünist topluma geçecektir. Bu bir zorunluluktur. Yani bunlar aynı zamanda kerameti kendilerinden maruf deterministlerdir. Geçiş sürecinin adı da sosyalizmdir. Emperyalizm, kapitalizmin son aşamasıdır ve bundan sonrası yoktur. Kapitalizm bitecek ve sosyalizm kurulacaktır. Oysa adına kaçıncı bunalım dönemi derlerse desinler kapitalizm kanlı canlı yaşamaktadır ve hiç ölecek gibi görünmemektedir. Eğer bir şeye doğru evrilmekte ise de bunun sosyalizm olmadığı açıktır. Ya Emperyalizm daha da güçlenerek devam etmektedir veya artık başka bir şeye dönüşmüştür ama sosyalizme değil.

Bu determinist kafaların bir şiarı vardır. Kapitalizm ne olursa olsun yıkılmalıdır. Kapitalizm zaten kriz içinde olduğuna göre de yapılacak ilk iş “krizi derinleştirmektir” Kapitalizmi, yani var olan ekonomiyi sabote etmek, ülkeyi yönetilemez hale getirmek veya öyle göstermek gerekmektedir. Devrimci eylem budur.


Tabi ki ellerinde bir üretim gücü olmadığından, kendileri üretici işçi veya köylü olmadıklarından, ya doğrudan memur veya memur çocuğu olduklarından ekonominin batmasının iyi bir şey olduğunu düşünürler. Bu kadar insan nasıl istihdam ediliyor, ekmeğini nasıl kazanıyor bilmezler. Ama hakkında hiçbir şey bilmedikleri bu halka öncülük etmeye kalkarlar. Sınıfsız toplumu savunurlar ama elitisttirler. Bunlara göre halk cahildir. Malum, ülkemizde çalışan kesim, işçi veya köylü genellikle muhafazakârdır. Namazını kılar, orucunu tutar, başını örter. Ama bunlar dine karşı oldukları için çalışan kesimle yüz yıldır asla organik bir bağ kuramamışlardır. Arkalarından geleceğini umdukları halka içten içe düşmandırlar.


Ancak bunlar ülkemizdeki entelektüel dünyayı ele geçirmişlerdir. Sanatta, edebiyatta kendilerinden başkasının yükselmesine izin vermezler. Yani sesleri sayılarına göre çok çıkan azgın bir azınlıktırlar.

İşte şimdi sokakları yakıp yıkan, yağmalayanlar da bu dangalak azınlıktır. Krizi derinleştirmek adına kendi ülkelerinin şirketlerini boykot ederler. Demezler ki bu şirketlerde yüzbinlerce kişi istihdam ediliyor, ekmek yiyor. Kendileri asalak oldukları için emeğin değerini de anlamazlar.


Bu, devrimci babadan, amcadan teyzeden sokma akıllı eblehler şimdi “tüketimden doğan gücümüzü” kullanacağız diyorlar. İktidara yakın firmaları boykot ediyorlar. Bir kere sokma akıl şuradan kendini ele veriyor ki Avrupa’da solcular tüketimden değil üretimden gelen güçlerini kullanarak eylem yaparlar. Yani üretimi yapan işçileri sendikalar halinde örgütleyip siyasi iktidarla pazarlık yaparlar, yönlendirirler. Bunlar ise ülkedeki ekonomiyi batırarak mücadele edeceklerini sanıyorlar. Dedik ya, çalışan kesimle organik bağları yoktur, hatta onlardan muhafazakâr diye nefret ederler.


Ayrıca bir şirketin hükümet yanlısı olması da ne demektir Allah aşkına? Şirketler istikrar ister, ülkede huzur ister barış ister ki ticari hayat sürsün. Çoğu da hükümetle iyi geçinmeye çalışır. Bir şirket sahibi herhangi bir siyasi görüşe sahip olabilir ama bu onun ülkeye yaptığı katkıyı hiçbir şekilde değiştirmez. VolksWagen’ı Naziler üretti ama Almanlar WV’ni değil boykot etmek, adını bile değiştirmedi. Çünkü böyle bir markayı boykot etmek vatan hainliği olurdu, kendi ayağına sıkmak olurdu. Arabanın, kahvenin, çikolatanın ideolojisi olmaz ey ahmaklar…

Hele birkaç bin tanesinin bir araya gelip topluca küfür ayini yapmaları ise tam bir cahillik, aptallık ve lümpenlik örneğidir. Ki bu kadar ahlaksızlığa Özgür Özel bile isyan etmiştir.


Peki, bunlar CHP’li midir?

Hayır. Hemen hemen hiçbiri CHP’nin solculuğunu yeterli bulmaz. Ama legal, örgütlü ve en geniş tabanlı sözüm ona “sol” parti CHP olduğu için onun içine girerek hareket edeler. Ortalığı yakıp yıkarlar.

Peki, eğer CHP’liler eylem yapacaksa ki bu en doğal haklarıdır, neden kendilerini kötü gösteren bu soytarıları içlerinden atmazlar?

Atmazlar, çünkü CHP’nin tutarlı bir siyasi çizgisi yoktur, Gerçek bir sosyal demokrat parti değildir, bir politika üretememektedir ve ancak bu soytarılardan medet umar. Biraz da işine gelir. Çünkü geçmişte bu tür sokak olayları fişeklemiş, ülke yönetilemez hale getirilmiş, “kriz derinleşmiş”, asker de darbe yapıp CHP’yi iktidara getirmiştir. CHP’nin gönlünde hala bu arzu yatmaktadır. Onun için kılıç şakırdatanların kefaletini ödeyerek kendi kefaretini öder.


Bizim sol, 60 yıldır krizi derinleştirmenin sosyalist devrime değil askerin seçimle gelen iktidarı devirmesine yol açtığını, her 10 yılda bir yediği darbelere rağmen anlamamış, darbelerin kendilerine karşı yapıldığını sanmışlardır. Oysa devlet onları solucan gibi ezeceğini zaten bilmekte ve korkmamaktadır. Onlar sadece darbelere “altlık” olmuşlar, onlar kullanılarak seçilmiş iktidarlar alaşağı edilmiştir. Darbeler sivil iktidarlara, halkın iradesine karşı yapılmıştır, solculara veya sağcılara karşı değil. Yani hayatları boyu kukla olmaktan kurtulamamışlardır.


Ey, CHP anla artık “aradığınız darbecilere ulaşılamıyor”

Vazgeçin artık bu soytarıların peşine takılmaktan.


Seçime kadar siyaset üretin, iktidara alternatif olduğunuza halkı inandırın, projelerinizi ortaya koyun ve becerebiliyorsanız seçimi kazanın.

Bunun dışında yaptığınız her hareket sizi iktidar hayalinizden biraz daha uzaklaştırır. Hele hele bir dini bayramı protesto etmek… Zaten halkla çok barışıkmış gibi bir de halkın değer verdiği bir kutsal bayramı kutlamamak… Bunun CHP’ye saygınlık/oy kazandıracağını hangi ahmak düşündü acaba? Diğer partilerle de bayramlaşmamışlar, kendilerini izole etmişler. İyi de, o partilerle bir önceki seçimde masa kurup iftar açıyordunuz, ne oldu o günler? Dini bayramı kutlamayalım. Neden? Bizim hırsız müteahhit hapse düştü de ondan…


Biz sizin muhalifliğinize saygı duyarız, ifade özgürlüğünüze, gösteri yapma özgürlüğünüze saygı duyarız ama biz sizin nefretinize saygı duymak zorunda değiliz. Polise saldırıp sonra mağduriyet kasan serserilere katlanmak zorunda değiliz. Sivil toplum örgütü olun, çözüm üretin halka kendinizi beğendirin, oy isteyin. İnsanların ekmeği ile oynamayın.

Ve dahi bizim sabrımızı daha fazla zorlamayın…

İletişim Bilgileri

  • LinkedIn
  • X
  • Facebook
  • Instagram

Gönderdiğiniz için teşekkürler!

©2024 Designed by Murat BARIS

bottom of page